Sani Demiri

 

“Vatansız Evlâd-ı Fâtihân”

Son zamanlarda Türkiye hükümetinin, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan yaklaşık on milyon Türkün seçimlerde oy kullanmasını sağlamak için gösterdiği çaba takdire şayandır. Bunları yaparken Türk insanına verdiği önemi göstermiş oluyor. Dünyanın demokratik hükümetleri diasporadaki insanının oy kullanmasını sağlamaya çalışır hep.

The Economist gibi birçok dergiye göre başarılı bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti her gün yeni başarılara imza atmaya devam ediyor. En son örnek Almanya’nın belirli yerlerinde oy sandığı koyup kendi vatandaşlarına oy kullanma hakkını sağlamasıdır. En azından Almanya buna yeşil ışık yaktı. YSK buna izin vermediği için, bu mesele başka bir bahara kaldı.

Balkanlarda buna benzer uygulamalar sürekli görülüyor. Hırvatistan seçimlerinde Bosna Hersek’teki Hırvat vatandaşları da oy kullanabiliyor. Bosna Herseğin Hersek diye bilinen Kuzey Batı kısmında yaşayan halk genelde Hırvatlardan oluşuyor. Bunların tamamımın Bosna Hersek vatandaşlığı yanında Hırvat vatandaşlığı da var. Bu bölgedeki Boşnakların birçoğu da Hırvat vatandaşlığına sahiptirler. Çünkü Hırvatistan pasaportu Avrupa’ya vizesiz geçiş hakkı sağladığı gibi, ABD gibi katı vize kuralları olan ülkelerde bile vize engeline takılmıyor. Kendine Hırvat demesi şartı ile her Müslüman Boşnak Hırvat vatandaşlığına geçebilmiştir. Diğer yandan Bosna Hersek Federasyonunun diğer üyesi olan Sırp Cumhuriyeti’nde (Sırpska Republika) her Sırp’ın veya kendini Sırp olarak gören herkesin Sırbistan Cumhuriyeti vatandaşlığı da vardır. Böylece hem Sırbistan hem de Hırvatistan vatandaşlığı olan Bosna Hersek vatandaşları, bu iki ülkenin seçimlerine katılma haklarına sahipler ve bunu kendi memleketlerinde kurulan oy kullanma sandıkları vasıtasıyla yapıyorlar. Hatta bir dönem, Hırvatistan’da kazanan parti ve liderleri Bosna Hersekteki Hırvat vatandaşı olanların oyları belirlemişti.

Müslüman Boşnaklardan Hırvat veya Sırp olduklarına dair kanıt veya evrak-belge isteniyordu. Genelde bu tür belgeler Krallık Yugoslavya’ya aitti. Bu evraklarda dedelerinin Sırp veya Hırvat asıllı olduğuna dair yazılı herhangi bir belge Hırvatistan veya Sırp vatandaşlığına geçmek için delil olarak yeterliydi. Hem Hırvatistan hem de Sırbistan, Bosna Hersekteki konumunu güçlendirmek için Bosna Herseğin vatandaşlarına vatandaşlık verme yarışına girmiş bir durumdadır adeta.

Buna benzer diğer bir örnek, Hırvatistan’ın İstra yarımadasında yaşayan İtalyan asıllı halkın tamamının çift vatandaşlığa sahip olmasıdır. Bir zamanlar İtalya’nın bir parçası olan bu yarımada şimdi Hırvatistan sınırları dâhilindedir. Buradaki İtalyanların hepsinin hem İtalya hem de Hırvatistan seçimlerinde oy kullanmaya hakları vardır. Her iki ülkede oy kullanmaları ve iki farklı ülkenin vatandaşı olmaları Hırvatistan ve İtalya tarafından hiçbir şekilde bir ülkenin içişlerine karışmak gibi algılanmıyor. Bu durum, orada yaşayan kişilere verilen bir ayrıcalık değil, yaşadığı ülkede kimliği sebebiyle yaşayabileceği olumsuzluklara karşılık olarak anavatanı tarafından verilmiş bir haktır. Bir başka örnek, Avusturya’nın güneyindeki Koruşka ve Ştayerska bölgelerinde yaşayan Slovenlere, Slovenya’nın bağımsızlığından sonra vatandaşlık hakkı vermesidir. Avrupa’da bu tür örnekleri saymakla bitmez.

Bütün sayılan bu örneklerde bir halkın anavatanı dışında kalması farklı nedenlerden dolayı olabilir. Ama onları kendi anavatanları hiçbir zaman inkar etmemiş, edemez de. Bunun da en iyi göstergesi onlara kendi sınırları içindeki halklarına tanıdığı bütün imkân ve imtiyazları farklı bölgelerdeki kendi milletinden olanlara bir avutma gibi de olsa bir parça kağıt ile sağlamaktır. Sahipsiz, kimsesiz olmadıklarını göstermektir. Bunu anavatanları bu halkların ülke sınırları dışında kalan mensuplarına vatandaşlık vermekle sağlayabilirler. Balkanlarda ve Avrupa’da bu böyledir. Doğrusu bu mudur tabii bu da tartışmaya açıktır. Ama ülkesinden ayrı kalan vatandaşlara anavatanın en azından ‘seni de düşünüyorum’, ‘sen de bendensin’ demesi ve bunları vatandaşı olarak kabul görmesinde bir hata yoktur.

Avrupa’daki Türklere Türkiye’nin sahip çıkması onun doğal hakkıdır. Çünkü Avrupa’daki Türkler, oraya iş ve aş için göç etmişlerdir. Bu Türkler, tarihi gelişmeler sonucu Hırvat, Sırp, İtalyan veya Slovenler gibi ülkelerinin dışında kalmamışlardır. Onlar bir ülkeden diğerine göç etmişlerse de hala anavatanlarının vatandaşlarıdır. Bunlara Türkiye’nin sahip çıkması onun en doğal hakkıdır.

Peki, bunların yanında tarihi gelişmeler sonucu Türkiye’nin dışında kalan Türkler yok mu? Onlar Türk vatandaşı mıdırlar? Onlarla sürekli bağlantı halinde olduğunu söyleyen Türkiyemiz niye şimdiye kadar Hırvatistan, Slovenya veya Sırbistan’ın bile kendi yurtlarının sınırları dışındaki diasporasına tanıdığı hakları tanımamıştır? Niye bizlerin de Türkiyedeki seçimlerde oy kullanma hakkımız yok? Niye Türk olduğumuzu sürekli beyan edip azınlığın getirdiği bütün olumsuzlukları yaşıyoruz da anavatanımız bizlere bir vatandaşlığı çok görüyor?

İstra’daki bir İtalyan, ‘benim arkamda İtalya var’ dediğinde delil olarak İtalyan pasaportunu gösterebilir. Niye Makedonya, Bulgaristan, Kosova veya başka ülkelerdeki Türkler aynı şekilde göğsünü gere gere elindeki Türk pasaportunu göstererek ‘benim arkamda Türkiye var’ diyemesin? Balkanlar’daki birçok ülkenin kanunları çifte vatandaşlığı kabul görüyor. Bu noktada hiçbir sorun yok. Her gün daha da demokratikleşen bir Türkiye kendi halkına sahip çıkmalıdır. Bu sadece milli duygulara bağlı bir mesele değildir. Avrupa standartlarına uygun bir yaklaşımdır. Hiç kimse Türkiye’ye ‘bunu niye yapıyorsun’ diyemez, çünkü Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde buna benzer örnekler çoktur. Birleşmiş Milletlerin bu doğrultuda kararı da bulunuyor. Farklı ülkelerde ayrı kalmış ailelerin birleşmesi hakkına sahip oldukları karar olarak alınmıştır BM’de. Demek ki bunun uluslararası kanun altyapısı da mevcuttur.

Türkiye bunu 1960’lı yıllardan kanunen dondurulmuş bir proje olarak acilen gerçekleştirmelidir. Bu hasrete bir nokta koyulmalıdır. Bizlere desteğini hiçbir zaman esirgemediğini söyleyen bir sözcünün fiiliyata dökeceği bir eylemi olmalıdır bu. Türkiye’nin dış politika gücünün her gün biraz daha arttığının bizzat farkındayız. Bu konuyu da göz ününde bulundurması, bu büyük çıkışın eski bir gerçeğin devamı olarak algılanacaktır.

Rumeli insanı, böyle bir girişim karşılığında Türkiye devletinden maddi bir beklentide bulunmayacaktır. Nitekim şimdiye kadar herhangi bir talepte bulunmamıştır Rumeli göçmeni. Hatta göç eden hemşerilerimizin hiçbiri devlet kapısına dayanmamış, kendi imkânlarıyla yaşama mücadelesi vermiştir anavatanları Türkiye’de. Göç etme meselesine gelince zaten yasal yollarla şimdi de mevcuttur. Balkanlar’dan Türkiye’ye göç 1990’dan beri durmuştur. Balkanlar’ın demokrasiye geçmesiyle göçe gerek kalmamıştır. Anavatanına hasret kalanlar için de ulaşım kolaylığı sebebiyle her istendiğinde Türkiye’ye gidilebiliyor.

Sonuç olarak biz “evlâd-ı fâtihân”ın Türkiye vatandaşlığına kabul edilmemesi için bir gerekçe kalmamıştır. Türkiye devleti bir an önce bu meseleye el atmakla, bizlerin buralardaki yalnızlığımızı bir nebze gidermiş olacaktır. Rumeli’den Türkiye’ye göç etmiş olanlar, bu seçim arifesinde kendi partilerini bu yönde olumlu adım atmak için teşvik etmelidirler. Evlâd-ı Fâtihân’a sahip çıkılmalıdır…

“Türk Sorunu”

Sani Demiri

Balkanlarda yıllardır konuşulmayan veya konuşulmasından hoşlanılmayan bir konu var, o da: Türk sorunu. Osmanlı’nın dağılmasıyla hakim olduğu topraklarda yeni devletlerin veya devletçiklerin kurulmasının ardından hep bu dağılan büyük devletin baskılarından bahsedilmiş. Osmanlı’nın uyguladığı politikalardan uzak, fakat Balkan tarihi kültürüne yakın olan bu konu, yeni kurulan söz konusu devletlerin Osmanlı’ya ve türklere karşı kullanılan en büyük haksız suçlamasıdır. Ancak yeni tarihçilerden Noel Malcolm gibileri, Osmanlı’nın bu tür uygulamalardan uzak kaldığını ifade etmektedir. Diğer taraftan Türklere karşı yapılan katliam ve sindirme politikalardan söz edilmemektedir. Osmanlı’nın dağılmasıyla Balkanlar’da büyük bir Türk nüfüsu bulunup, bir zamanları çoğunluğu ifade ettiği halde, günümzde azınlık derecesine düşmüştür. Buna iten sebeplerin de hiç araştırılmamış olması ilginç sayılan özelliklerden. Diğer yandan Avrupa Birliği’nin bütün azınlıklar hakkında derin bilgilere sahip olmasına rağmen, Türkler hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını, karşılaştığımız yabancı temsilcilerinden öğreniyoruz. Ayrıca AB’nin Balkanlar’daki türklerin kültürlerini yaşatabilmeleri için hiçbir kültürel proje ve proğramlarının olmaması da düşündürücüdür. Daha da vahim olanıysa, ‘burada Türkler de mi yaşıyor?’ sorusunu sormalarıdır.Diğer taraftan biz Türkler, kendi kültürümüzü yaşatmak için acaba yeterince gayret gösteriyor muyuz? Daha da öte, varlığımızı belirleyecek çalışmalarımız da mı yok? Bu soruları hiç soruyor muyuz kendimize? Eğer bugün buralara yeni tayin edilicek bir İngiltere Büyükelçisi veya Avrupa Birliği temsilcisinin bizler hakkında bilgileri yoksa, kendimize soracağımız ikinci bir soru daha var: ‘bizler neredeyiz?’ Acaba gerçekten Balkanlar’da var mıyız? yoksa gölgelik yapmaktan öte gerçek vucuta kavuşamadık mi hala? Türk sorunu dediğimizde, bizleri eski komunist rejiminde olsun ondan önceki Krallık Yugoslavya’da olsun hep ikinci planda tutulmamızın, bilerek ve planlı bir şekilde yapıldığını mazeret olarak göstermemizin haklı tarafları fazlasıyla vardır. Ya şimdilerde yaşadığımız demokrasi rejiminde kendimizi ifade edememenin ve anlatamamanın suçunu kendimizde arama zamanı gelmedi mi?Suçluyu bulmak zor değil, ama bundan daha da önemlisi Türk sorununun yıllardır gerçek tanımının yapılmamasından kaynaklanmaktadır. Çoğu kişi böyle bir sorunun hiçbir zaman olmadığını söyleyeceğini de biliyorum. Bunlara cevap olarak binlerce delil gösterilebilir olmasına rağmen, en büyük delili bir asır boyunca süren göçtür. Fakat ben bu tür kişilerle labirentte dolaşmayı istemediğimden, onları gerçek muhatap olarak görmüyorum. Asıl gerçek muhatabım olarak yeni yetişen, okuyan, düşünen ve böyle bir sorunun varlığını hisseden, ‘akıl yaşta değil başta’ anlayışıyla dinamik olan soydaşlarımı görüyorum.Bu günlerde Türk sorunu, bizlere eskiden komunist rejiminde olduğu gibi bazı kişiler tarafından, hala gerçekten uzak noktalar çerçevesinde gösterilmeye çalışılıyor. Hala biz Türkler, herkese boyun eğen kardeş olmak zorunda olduğumuzu, hakkımızı aramaya kalkarsak birilerini ve başta devleti rahatsız edeceğimizi, söyleyenler tarafından aldatıldığımızın farkında değiliz. Bir nebze sindirme politikaları eskiden yabancılar ve içimizdeki işbirlikçiler tarafından değil, içimizde rahatça demokrasinin serbest söyleme hakkını kullananlar yapıyor. Türk sorunu bizlerin görmesi gerektiği gibi değil, bazılarının istediği şeklinde gösterilmeye devam ediliyor. Böyle olmasaydı geçen son 20 sene bir geriye bakın ve herkes kazançlı çıkarken bizlerin neler kaybettiklerini sayarak bitirebilir miyiz? 90’larda eski Doğu blokunda özgürlük rüzgarları eserken, ülkemizin bir geri adım atarak kurucu unsuru olarak milletimizin adını anayasadan çıkardığında kaç kişi hakkımızı savundu da sesimiz yine geleneğimizin bir parçası olan sıcak odalarımızdan öteye gitmedi? Sonra da azınlık olma peşine bir peşin hükümle koşturulduk. Daha da vahim olanı, azınlık olarak elde ettiğimiz hakların elimizden bir faşist uygulama ile geri alınması oldu. %20 nüfusa sahip olanlar ancak o haklara sahip olabildiler. Avrupa Birliği devletleri arasında sınırların kaldırıldığı sıralarda, bizlerde yeniden hem de bir devlet içinde inşa edildi. Balkanlar’ın vazgeçilmezliğindendir birilerinin mutlak üstünlüğünün olması. Bu, pek çok sorunu olan bir milletin çözümsüzlük içinde gömüldüğü anlamına gelmez. Biz hala forumlar oruşturmaya çalışmalıyız ve çözümü bulmadan önce sorunu çok iyi bir şekilde tespit etmeliyiz. Bu da demokratik ve sosyal ihtiyaçlar çerçevesinde yapılmalıdır. Günümüzde Türk sorunu, demokratik ve özgür beyinler tarafından ele alınıp değerlendirilmeli; yoksa bunu tam bir millet şuuru içinde yapmıyacaksak hala, bize başkaları hem dert hem de derman olmaya devam edecektir.

kaynak:http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=4617:tuerk-sorunu&catid=170:sani-demiri&Itemid=150

Yorum bırakın